KRAL - KRALİÇE HİKAYESİ Mİ, HALK - BATIL MÜCADELESİ Mİ?
AHMET BAYDAR
Bir müzik klipindeki görüntüler gibi süratle değişiveren dört sahnelik bir kral-kraliçe kıssası izlediğinizi düşünün.
Birinci sahnede; uluslardan seçme büyük bir ordu yoldadır. Ordu bir vadiden geçerken komutan Kral telaşlı bir karıncayı dinler. Karınca hemcinslerine seslenmektedir: “Karıncalar! Yuvalarınıza girin. Kral ve askerleri sizi ezmesinler!” Kral gülümser ve yoluna devam eder. Teftiş zamanıdır. Birisini görevi başında bulamaz. “Geçerli bir mazeret sunamazsa onu keseceğim” diye söylenir. Görevli kısa sürede gelip Güneşe tapan bir toplum bulduğunu söyleyince Kral seslenir: “Bakacağız! Doğru musun, yoksa yalancılardan mı? Şu mektubu onlara ulaştır.”
İkinci sahnede, Kraliçe danışmanlarını toplar ve bir kraldan mektup aldığını, kendilerine “Teslim olun!” dendiğini duyurur. Yetkililerin tam desteğini alsa da yine de tedirgindir. Bir heyetle Kral’a hediyeler göndermeye karar verir. Sonraki adımını gelişmelere göre atacaktır. Ne var ki hediyeleri geri çevrilmiştir.
Üçüncü sahnede, Kral, göz açılıp kapanacak kadar kısa bir sürede Kraliçe’nin arşını getirtir. Ardından da onu tanınmaz hale sokar. Sonra da Kraliçe gelir ve ona bu değişimi fark edip etmediğini sorar. Cevabı “sanki o odur” şeklinde tereddüt ifade etmektedir.
Dördüncü sahnede Kraliçe devasa bir kuleye buyur edilir. Onu görünce dalgalı bir su zanneder ve dehşete kapılır. Kral onun billurdan bir kule olduğunu açıklayınca Kraliçe derhal Müslüman olur.
Yukarıdaki sahneler, Hz. Süleyman ile Sebe Melikesinin ilişkilerinin Kur’ân-ı Kerîm’deki resmidir. Kur’ân’daki çoğu kıssaların anlatımı, işte böyle süratle değişiveren saniyelik görüntülerden oluşmaktadır. Bu durumda; yaşınıza, ilginize, dikkatinize, bilginize ve hikmet sevginize göre anlamlandırarak kıssa bütünlüğündeki boş kareleri doldurmak durumunda kalacaksınız demektir.
Karıncaya bile değer verip tebessüm ederken kendi görevlisini bile keserek cezalandırabilecek bir komutan! Teslim olması için mektup gönderdiği hasmının hediyelerini iade eden bir asker! Gözü düşmanının arşında iken onu elde edince hemen tanınmaz hale getiren bir savaşçı!
Bütün bunlar ne anlama gelir? Melike, niçin arşı tanıyıp tanımamakla imtihan edilmektedir? Hele, Hz. Süleyman’ın Melike’yi kuleye buyur etmesinin özel bir anlamı mı vardır ki kadın orayı görünce; Allah’a teslimiyetini dile getirmiştir?
Evet, bu soruların cevapları ilk bakışta bu sahnelerde açık değildir. Ama okuyucunun onları birbirine bağlarken, satır aralarından bu sorulara cevap bulması da elbette gerekli ve mümkündür.
Bizce, Kur’ân, bu sahneleri Hz. Süleyman'ın doğru duruşlarına işaret etmesi için resmetmektedir. Nitekim bu duruşlar, Melike’nin tedricen hidayet bulmasına vesile olmuştur.
Hz. Süleyman’ın birinci duruşu disiplinidir. O, görevini yapanları asla incitmezken, vazifesini terk edenlere karşı oldukça tavizsiz bir askerdir. Bunun simgesi; karıncaya tebessüm ederken, teftiş esansında mevcut olmayan Hüdhüdü tehdit etmesidir.
Hz. Süleyman’ın ikinci duruşu tebliğidir. Bunun simgesi, savaştan önce, Güneşe tapan bir topluma, gönderdiği mektuptaki “Rahmân ve Rahîm” lafızlarıdır. Melike’nin hediyelerini reddetmesi de, hediyelerin tebliğ için ücret telakki edilmesine engel olmak içindir.
Hz. Süleyman’ın üçüncü duruşu barışseverliğidir. Zaten adı da bu anlama gelmektedir. Bunun Kur’ân’daki simgesi ise, savaş yapmadan arşın getirilip tanınmaz hale getirilişidir. (Arşın getirilişini ayrıca konu edineceğiz.) Arş, ülkenin gidişatını belirleyen esaslardır. Onu, ülke halkıyla savaşıp onları mağlup duruma düşürmeden (teslim olmalarından) önce getirtmiş, sonra da üzerinde değişikler yaptırmıştır. Melike’ye, arşını tanıyıp tanımadığının sorulması, eski ve yeni gidişat hakkında kanaatinin alınmasıdır. Kur’ân’ın seçtiği kelimeyle "ihtida" edip etmediğinin denenmesidir. Nitekim Melike, bu sahnede, diplomatik bir üslup kullanmış ve toplum olarak “teslim olduklarını” ifade etmiştir. Bu üslup, Mekke fethinden sonraki Bedevilerin toplumsal teslimiyetlerini hatırlatmaktadır. İman açısından bir tereddüt ifadesidir. Teslim olunan şey inançlar değil, yönetim biçimidir.
Hz. Süleyman’ın dördüncü duruşu derin tevazuudur. Kur’ân’da bunu simgeleyen şey ise kuledir. Kule, Mukaddes kitaplarda ün ve kudret simgesidir. Melike, tek başına göklere yükseltilmiş devasa bir sanat eserine girdiğinde dehşet ve hayrete düşmüştür. Kulenin dışının devasa, ama içinin engin oluşu, tıpkı Melik-Peygamber olan Hz. Süleyman gibidir. Nitekim o kule ile övünerek misafirinin hayretini kendi gücüne bağlamamış, kesme camların doğal görüntüsüne tahvil etmiştir. Bu elbette engin bir tevazu gösterisidir.
Bu nedenle Melike, Süleyman’ın; disiplininden, tebliğinden, barışseverliğinden ve derin tevazuundan etkilenerek kendi nefsini saran zulmü görebilmiş ve bu son sahnede artık ona değil, onunla birlikte kulelerin de Rabbı’na teslimiyetini dile getirmiştir.
Ahmet Baydar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder