19 Kasım 2011 Cumartesi

HZ SÜLEYMANIN TAHTINDAKİ CESET

HZ SÜLEYMANIN TAHTINDAKİ CESET
AHMET BAYDAR


Kur’ân-ı Kerîm, bir çok bölümde Hz. Süleyman’dan söz eder. Onun, tahtında bir “ceset”le denenmiş olduğuna işaret eden ayet ise anlaşılması açısından tartışmalara sebep olmuştur. Müfessirler, bu cesedin mahiyeti hakkında ihtilaf etmiş, pek garip ve uzun hikayelerle birçok farklı yorumlara gitmişlerdir.

Hz. Süleyman’ın; sihirli yüzüğünü kaybettiği için taht hakimiyetini yitirdiği, hanımlarından birisinin yarısı ceset olarak doğurduğu bir çocuğu onun tahtının üzerine bıraktığı, mabet yapımı sırasında bazı sanatkarların ihtilal çıkarıp onun tahtını işgal ettikleri şeklindeki hikayeler bunlardan bir kaçıdır.

F. Râzî, ayetle ilgili olarak nakledilen bu hikayeleri reddettikten sonra, taht üzerine konan cesedin, Hz. Süleyman’ın kendi bedeni olduğunu söyler. Bu cesedin, Hz. Süleyman’ın sonradan iyileşen şiddetli bir hastalığına işaret ettiğini söyleyenler de olmuş (1) ve genelde ayete şu anlamı vermişlerdir:

“Süleyman’ı sınadık ve tahtının üstüne bir ceset bıraktık, sonra eski haline döndü.” (2)

Ayetin bulunduğu bölümdeki anlam akışını esas alarak; bu konuda sahih görülen hikayeleri de, bunları reddeden Râzî’nin yorumunu da reddeden Mevdûdî, bu bölümü Kur'an'ın en müşkül yeri olarak gösterir ve kesinlikle sarih bir şekilde tefsir edilemeyeceğini söyler.

Acaba öyle midir?

Söz akışı, anlam belirlemede gerçekten de çok önemlidir. Ancak sözcüklerin metnin genelinde ve bulundukları kümelerde oluşturdukları anlam da en az bunun kadar önemlidir.

Mesela ayetin sonundaki “enâbe” fiili, “eski haline döndü” şeklinde anlamlandırılıyor. Oysa bu fiil, iyileşme anlamında bir dönüşü değil, itaate yönelmeyi, Allah’a dönmeyi anlamlandırır. Bu, geçmiş bir günahtan pişmanlık duyarak tövbe etmekten farklıdır. (3) İnabe eden kimse, bir anlamda gelecekte olması muhtemel masiyeti terketmeye ve itaate yönelmeye azmeden kimsedir. Nitekim “enâbe” fiilinin kökü, Kur’ân’ın her yerinde “Hakka yönelmek, kendisini Allah’a vermek” bağlamında kullanılmaktadır. (4)

Kaldı ki bu kelimeden hemen sonraki ayette Hz. Süleyman’ın “istiğfar” ettiği dile getirilmiştir. İstiğfar da salt önceden işlenmiş bir günah için tövbe etmeyi değil, itaat ve dua ile bağışlanma talebini de ifade eder.

Yani bu bağlamdan anlaşılması gereken; Hz. Süleyman’ın “inabe” ve “istiğfarının” geçmiş bir hata ve günaha dair değil, gelecek bir talep için olduğudur. Zaten sözün devamında; Hz. Süleyman’ın, duanın ardından, kendisinden sonra kimseye yaraşmayan bir hükümranlık talep ettiği görülmektedir:

“Rabbim! Beni bağışla; benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver bana.”

Bu akıştan açıkça anlaşılan diğer bir husus ise; Hz. Süleyman’ın bu duayı diğer toplumlara hakimiyetinden önce yapmış olduğudur. Bütün bunlar, onun bu duasının, zaman olarak verasetinin başlangıcına işaret ettiğini göstermektedir. Nitekim bu dua, benzer bir muhteva ile, zamanı da belirtilerek Eski Ahit’te şöyle nakledilmektedir:

“Ya Rab! Ben henüz çocuk denecek bir yaşta, yöneticilik nedir bilmezken bu kulunu babam Davut'un yerine kral atadın. İşte kulun kendi seçtiğin kalabalık halkın, sayılamayacak kadar büyük bir kalabalığın ortasındadır. Bu yüzden bana öyle sezgi dolu bir yürek ver ki, iyi ile kötüyü ayırt edip halkını yönetebileyim. Başka türlü senin bu büyük halkını kim yönetebilir!"
Rab, Hz. Süleyman'ın bu isteğinden hoşnut olur ve ona şöyle der:

"Madem kendin için uzun ömür, zenginlik ve düşmanlarının ölümünü istemedin, bunların yerine adil bir yönetim için bilgelik istedin; isteğini yerine getireceğim. Sana öyle bir bilgelik ve sezgi dolu bir yürek vereceğim ki, benzeri ne senden öncekilerde görülmüştür, ne de senden sonrakilerde görülecektir.” (5)

Eski Ahit’ten anlaşılan odur ki; Hz. Süleyman, genç yaşta babasına varis olmuş, tahta oturur oturmaz da Allah’a yönelerek hiç kimseye nasip olmayan adil bir hükümranlık kudreti istemiştir. Dikkat edilirse Kur’ân’da anlamı tartışılan ayetin muhtevasıyla bu muhteva örtüşmektedir.

Bu durumda, tahta bırakılan cesedin, gençlik çağında bulunduğu için ruhen mükemmelliğe ulaşamamış Süleyman’ın kendisi olduğu anlaşılmaktadır. O zaman ayeti şöyle anlamamız uygun olacaktır:

“Süleyman’ı sınamış ve bir ceset olarak tahtına ulaştırmıştık. Sonra (Allah’a) yöneldi ve dedi: Rabbım! Bana mağrifet buyur. Bana öyle bir hükümranlık bağışla ki, ardımdan kimseye yaraşmasın…” (6)

Ahmet Baydar


_____________

1) Bkz. İbn Âdil, Tefsîru’l-Lübâb.
2) Sa’d 38/34.
3) El-Askerî, Mu’cemu’l-Furûk.
4) Bkz. Ra’d 13/27. Zümer 39/8, 17,54.
5) Eski Ahit, I. Krallar 3/9-15.
6 Sa’d 38/34.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder